İstanbul, sen de yalnız bıraktın beni. Biliyorum, kandıramazsın beni… Dalgaların kalp atışların, yağmurun gözyaşların. Ağlama artık, elden bir şey gelmez. Sen ki içindekilerle, içindekiler senle güzeldi. Sana onun gözleriyle baktım hep, seni onun yüreğiyle sevdim. O ki surette siret, sen ki tende can idin. O gitti, giderken bir parçamı da götürdü. Oysa ben ilmik ilmik, nakış nakış yüreğime işleyip, harf harf, hece hece, kelime kelime, terennümlerle dilime doladım. Derya yaptım kürek çektim gözlerinde. Saçlarını ilmik yapıp boynuma taktım sözlerinde.
Sen ki; önce yüreğime cemre olup düşen, sonra kara kışları getiren, sen ki yakamoz olup, karanlık ıssız gecelerde sahillere ışık gönderen…
Doğaya nispet edercesine, sen ki nurdan bir ışık, sen ki gökten bir yıldırım… Düştün deli gönlüme. Bu şehir, bu kaldırımlar seni hatırlatıyor hep… Güller senin kokunu veriyor, kuşlar adına türkü yakmış, ismini söylüyor. Her adım başı sen varsın. Meğer ne çok sevmişim seni…
Gök sana aşina, güller sana hayran, nehir ki sana susuz… Bense sana sevdalı. Unuttum demek kolay. Göz görür gönül sever, dil unuttum der, der de ya yürek…
Hayat bulduğum gözlerinde bir daha, bir daha ölmek için ara sıra oturduğum semte uğrar, gittiğin yerlerde ararım, kaldırım taşlarından, köşe başlarındaki lambalardan sorarım seni… Bazen yalnızlığımı gizlemek için kalabalık arasına karışır, bazen senle beraber olmak için kuytu bir köşe, karanlık bir gece ararım.
Acıdır zaman… Hazindir, hüzündür zaman… Günlerim sayılı. Her geçen gün ecel anına biraz daha yaklaşmaktayım. Ölüm zamanını bilmek, ölüm anını beklemek: Sensizliğe mahkûmluk. Biliyor musun zaman ölümdür.
Ben ki her gün bir yaprak misali sararıp solmaktayım. Dalından kopup rüzgârın akıbetiyle savrulmaktan korkmaktayım. Biliyor musun bu sevdanın sonu: ya bir ölü ya da bir deli. Deymez mi gülüm? İnan ki değer. Hem sana hem de bu aşka…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder